Ben, O’nu Sevmeye Muhtacım!.. (2)
Genç kızlarımıza ne gibi tavsiyelerde bulunmak istersiniz?
Âh, yavrularıma genç kızlarıma ne mi söylemek isterim?!.
Kendileri çok şanslılar ki, Allah, onlara hayırlı ve güzel bir ömür vermiştir.
Ama bu ömrün hayırlı ve güzel geçmesi için bazı şeyleri kenara bırakmayı
öğrenmeleri gerek! Nefislerine kolay gelen şeyleri tercih etmek yerine, bazı
şeylere hayır demek o kadar büyük bir güzellik ki… Elbette Rabbim kimine imkân
verir, kimine vermez.
Genç kızlarımıza, Rabbimin rızâsı için öncelikle namazı
tavsiye ediyorum. Yavrularıma, canlarıma mutlaka namaz kılmalarını tavsiye
ediyorum. Namaz öyle bir güzellik ve tatlılık ki, tatmayan bilmez ve namaz
olmayan yerde iman olmaz, iman orada barınamaz. Namaz birinci şart... Her
şeyde, her yerde ve her zamanda; önce namazı tercih edin. Meselâ bir yere mi
gideceksiniz, önce namazınızı tercih edin; bir iş mi yapacaksınız, yine önce
namazı tercih. Rabbimize şükürler olsun. Rabbimiz bize kolaylık olsun diye her
yeri mescit kılmış. Bu yüzden kızlarıma öncelikle namazı tavsiye ediyorum.
Sonra nefislerinin onlara oynadığı oyunlara açık gözlülükle
ve bilinçli bir kul olarak “Hayır!.. Bu nefsimdendir.” demeyi ve o işi terk
etmeyi nasip etsin Rabbimiz. Yanlış olan şeyleri, illâ birilerinin bize
söylemesi gerekmiyor. Eğer bir tartının bir tarafı ağır, bir tarafı havada
olursa olmaz. Onun dengede olması gerekir. O dengeyi koruyabilmek için aşırı
uçlara kaçmamak çok önemli… Allâh’a sığınmalarını ve hayırlı bir ömür
sürmelerini diliyorum hepsine…
İffet ve edebi ayırt etmemek insanın kendisine bağlıdır.
Edep, kaçak iş yapmamaktır. Üzerimizdeki güzelliklere söz getirmemektir. Edep,
kötülüklere karşı şahsiyet ve onurunu korumaktır. Edep bambaşka bir duygu…
Şimdi gençlere bakıyorum, o kadar kendini bilmez bir şekilde
davranıyorlar ki… Aslında sadece gençlerde değil, Allâh’ı ve kendini bilmeyen
kulların hâl ve hareketleri o kadar acayip oluyor ki… Onlar için duâ ediyorum.
Üzülüyorum:
“–Allâh’ım, bizi onlara uydurma!..” diyorum. İnşâallah
Rabbim edepli kızlar, edepli erkekler; kısacası edepli insanlar eylesin
hepimizi…
Bu yüzden ebeveynlerin çok güzel örnek olup özellikle dînî
eğitime önem vermeleri gerekir değil mi?
Bunu şöyle söylemek lâzım: Anne-babalar, öncelikle
kendilerini sorguya çeksinler. Ben ne kadar iyi bir kul olabildim ki,
çocuğumdan şimdi her şeyi bilmesini ve yapmasını bekliyorum. Yani bir meyve
bile olgunlaşmadan önce çiçek açıyor, büyüyor, sonra meyve oluyor. O büyüyecek,
meyve olacak… Lezzetli ve tatlı bir hâle gelene kadar geçen zamanı bir
düşünsünler! Çiğden hiç kimse bir şey yemiyor. Pişirip de yiyor. Demek ki,
gençlerin de pişip olgunlaşması için zaman gerekiyor.
“–Sen bunu bilmiyor muydun?!..” diye yaklaşmaktan Allâh’a
sığınırım.
Bilmiyorsa, öğretmedik demek… Biz vermediysek, karşılık da
beklemeyeceğiz demek ki… Öncelikle güzel hâlleri biz edineceğiz. Bu sadece
söylemekle olmuyor. İllâ hâl, yani yaşamak; sonra da ondan bekleyeceğiz. Bir
kız annesinden yemek yapmayı görüyorsa, inanın anlatmaya gerek kalmaz; o, gün
gelir yemeği yapar. Eğer anne ve babalar, çocuğuna hayırlı misal oluyorsa
kolay. Bazen çocukların ayağı takılıp tökezleyebilir. O zaman sırtını
sıvazlayıp:
“–Yavrum, bu kötüydü.” diye uyaralım.
“–Sen ne kötü ahlâklısın.” demeden:
“–Yavrum, hata yapabilirsin. Yaptın da… Rabbim bizim
kusursuz olmamızı beklemiyor. Kusurlardan dönüp tevbe etmemizi istiyor.
İnşâallâh seni de affeder. Bunun için tevbe eden kullardan olmalısın!’’
demelidir.
Onlar bize emanet... Onlar bizim düşmanımız değil. Allâh’a
sığınarak onları hayra, güzele ve doğruya yönlendirmeliyiz. Bazen anneler
tutmayacakları hâlde çocuklarına söz veriyorlar. O zaman kızıyorum. Neden?
Çocuklara verdiğiniz sözü tutmayacaksanız niçin o ânı kurtarmak için yalan
söylüyorsunuz. Bu, o kadar büyük bir vebaldir ki… Çocuğu yanlışa, kötüye
yönlendiriyorsunuz demektir. Çocuk:
“–Demek ki, böyle de olabilir.” demeye başlıyor. O yüzden,
lütfen çocuklarınıza yerine getirmeyeceğiniz sözler vermeyin.
Okuyucularımızın anne-babalarına nasıl muâmele etmelerini
tavsiye edersiniz? Biliyorsunuz, Kur’ân-ı Kerîm’de “Anne-babanıza üf bile
demeyin!..” (el-İsrâ, 23) buyruluyor. Biz, anne ve babalarımıza nasıl muâmele
etmeliyiz?
Şöyle söyleyeyim güzel kardeşim: Rabbim bize anne-babamızı,
büyüklerimizi, yakınlarımızı seçme imkânı vermemiş. Kendisi bize kimi
lutfettiyse, biz onlarla beraber olmak zorundayız. Anne-babamız bize sert
davranmış olabilir. Siz bilin ki, siz doğrudaysanız Allah rızası için
güzeldeyseniz, onlara karşı isyankâr olmadan:
“–Bunlar benim anam-babam. Şimdi ben onların bu hâlinden
memnun değilsem bile onların bir bildiği vardır. Şu dünyada, “insana zarar
vermeyecek iki insan” deseler bu “anne-babadır.” Bu insanlar benim iyiliğimi
isterler. Vardır istediklerinde bir hikmet!..” diye düşünmek lâzım.
Eğer anne-babalar, “Namaz kılma!..”, “Oruç tutma!..”,
“Başını örtme!..” diyorlarsa, böyle Allâh’ın râzı olmadığı şeyler
söylüyorlarsa, gene onları kırmadan:
“–Anneciğim, sen yapma desen de ben bunu Allâh’ın emri
olduğu için yapmalıyım.’’ diyerek kibarca “hayır” demek lâzım.
Bir de hastalıkları sebebiyle bakıma muhtaç hâle gele
anne-babalar var. Bu gibi hastalara bakanlara ne gibi tavsiyelerde
bulunursunuz? Mâlumunuz hasta olup bakıma muhtaç olmak da, bakmak da mutlaka
zordur.
Bakmak çok zor, bakılmak da çok zor... Düşünün ki, Allâh’a
sığınarak söylüyorum, şimdi elimiz tutmuyor, yemeğimizi yiyemiyoruz, şahsî
işlerimizi kendimiz göremiyoruz. Giyinemiyoruz, susadığımızda su içemiyoruz.
Birileri bize bakmasa, kendimize bakamayız Allâh’a sığınarak söylüyorum, aslâ
korkmadım. Hani biri bana bakmaz, etmez diye korkmadım. Bazen bize derler ki,
burası babamın evidir. Rabbim nasip etmiştir babamıza… Bazen derler ki, anneme,
siz öldüğünüz zaman bu kızın hâli ne olacak! Bu evi, kızınızın üstüne yapın,
sizden sonra bakan evi alsın diyorlar. Bu bence çok çirkin ve çok nâhoş bir
şey!.. Eğer Rabbim, benim elimi-ayağımı aldıysa, demek ki, O benim
elim-ayağımdır. Demek ki, beni buraya oturttuysa bakacak olan zaten Rabbimdir.
Baktıracak olan da Rabbimdir. Ben bundan hiç kaygı duymadım ki… Hiç üzüntü
çekmedim ki, bana kim bakacak diye…
Allah bana bakanlardan râzı olsun. Bana o kadar tahammüllü
güzel bir şekilde bakıyorlar ki, bana öf demeden, kırmadan, incitmeden… Annem
ve iki gelinimiz, nöbetleşe kalıyorlar, bir kere bile olsun beni kırmadılar.
Hele annem yıllardır baktı. Artık yaşlandı, kendini idare edemez hâle geldi.
Beli incindi, ama bir kere bile üf demedi. Bu kimin hikmetidir!.. Onlar
muhakkak güzel insanlar, ama bu Rabbimin hikmeti, Rabbimin güzelliğidir.
Rabbimin hediyesidir bu!.. Ben ne onlardan bilirim, ne de başkasından… Ne kaygı
çekerim, ne üzülürüm, ne de sevinirim. Allah onlardan sonsuz kere râzı olsun.
Bize hizmet eden herkesten, siz dâhil olmak üzere herkesten râzı olsun. Bu
vesileyle özellikle buradan duâ etmeliyim, Allah bize bakan gelinlerimizden de
râzı olsun. Bizim iyiliğimizi, kötülüğümüzü bir kenara bırakalım! Allâh’ın
verdiği, yaşayan bir bedene hizmet ediyorlar. Biz, kötü biri de olabilirdik.
Gerçi ne kadar iyi olduğumuzu da Allah bilir. Ama gelinlerimiz istikrarla bu
hayırlı hizmeti yapacağız diye kendilerini sorumlu ve zorunlu hissediyorlar.
Yapmadıkları vakit huzursuz oluyorlar. Bırakıp gidemiyorlar, biri gelmeden
diğeri gitmiyor. Âdeta nöbeti devretmeden rahat edemiyorlar. Elhamdülillâh
bırakmıyorlar. Allah hepsinden râzı olsun. Hakîkaten sabretmek çok önemli…
Bazen tuvalette, banyoda çok zorluklar çekiyoruz; çünkü belim kalkmıyor. Ne biz
pes ediyoruz, ne de onlar... Onlardan, gönüllü olarak yaptıkları için çok
râzıyım. Bir söz duymuştum, “Gönülsüz yapılan yemekten yemeyin, imanınız zaafa
uğrar.” diye... İbadetlerinizin feyzi gider. Eğer onlar bize gönülsüz
yedirseydi, biz ibadetlerden bu kadar lezzet alamazdık. Hep sevgiyle
yedirdiler, hâlâ da bu şekilde ikram ederler.
Annem, her fırsatta:
“–Allah bir imkân verecek, yavrum iyi olacak!..” der. Hâlâ o
gözle bakıyor bana… Tabiî Rabbimin takdîridir, olur mu olur!.. Veren kim, alan
kim?! O’nun işine karışmam. Bu hâle ben tâlip olmadım. Elim, ayağım gitsin
demedim. Ama gelsin de demiyorum. Bu bedeni, kendimin olarak görmüyorum çünkü.
Bana ait bir şey yok ki, ne diyeyim!.. Ben bir mumsam, O benim güneşim!.. Bir
mum ışığı nedir ki, güneşin yanında… O yüzden ancak O’na ulaşmak, O’na kavuşmak
kaygımız, isteğimiz…
Rabbim, çâresiz dert vermedi ki!.. Murad etmesi, kendisinin
istemesi önemlidir. O derdin olup olmaması önemli değil, O’nun istemesi
önemlidir. Mülk O’nun değil mi?
Hizmetten yorulmamak için sağlığı-sıhhati yerinde olan
bizlere ne tavsiyede bulunmak istersiniz?
Şöyle söyleyeyim yavrum; dinlenmek için çıktın tatile
gittin. Dine uygun bir yerde de tatil yapıyorsun. Bacağını uzattın, bir
şezlonga yattın. Oh, hiçbir şey de artık umurunda değil. Sence orada ne kadar
kârdasın? Önünde deniz, arkanda orman olsa, muhteşem bir evin olsa, herkes sana
orada hizmet etse, sen orada ne kadar kâr ettiğini düşünürsün?! Müslüman kârı
bulmalı bence. Müslümanın aklı iyi çalışmalı, gerçek mânâda tatili nerede
yapacağız biz? Rabbim bize öncelikle kabirde tatili verecek. Orayı cennetten
bir parça hâline getirir dilerse… Bizim hedefimiz ne yavrum? Akıllı kul
olmak!.. Hani Kur’ân-ı Kerim’de Rabbimiz, “Akletmez misiniz? Düşünmez misiniz?”
buyuruyor ya… Rabbimizin her şeyi tek tek açıklamasına gerek yok! “Kullanın
aklınızı!..” diyor; biz de her yerde aklımızı kullanacağız.
Hizmet ederken de, hamal olmamak lâzım değil mi?
Diyelim ki, kardeşinin eli ayağı tutuyor, aynı seviyede
insanlarsınız. Senden bir bardak su istedi. Sen su getirsen bir şey olmaz. Ama
o senden dâim hizmet bekliyorsa, bunun başka bir şey olduğu ortadadır. O artık
seni kullanmaya başlamış, demektir. Senin de gücün var, onun da gücü var.
İkiniz de oturuyorsunuz:
“–Abla, bana su getirir misin, şöyle yapar mısın, bunu da
yapar mısın?” derse, onun adı kullanmaktır. Böyle olursa, ondan da Allah’a
sığınıyorum. Hizmet eden kul olmak nasibimiz olsun, ama gerçekten ihtiyacı
olana… Rabbin rızası için hak edenlere hizmet etmek nasibimiz olsun. Bu konuda
en büyük örneğimiz Peygamber Efendimiz’dir. Peygamber Efendimiz, peygamber iken,
devesinin üzerinden düşen kamçısını orada bulunanlardan istemiyor. İstese orada
bulunan sevgili ashabı vermez mi? Onun bir isteğine, canını verecek âşıkları
var, o kırbacı vermezler mi?!.. Ama Peygamberimiz bize misal olacak ya,
devesini çökertiyor. Deve öyle kolay oturup kalkan bir hayvan da değildir. Öyle
herkes, ne var canım bunda demesin. Devenin oturması ve kalkması o kadar zordur
ki… Hayvanı oturtuyor, kamçısını alıyor. Yani kimseden bir şey beklemiyor.
Söküğünü kendisi dikiyor, yamasını kendisi yapıyor. Yapacak o kadar kişi varken
kendisi yapıyor. Hâlbuki O’nun her ricasını gönülden yerine getirmek isteyen o
kadar çok insan varken… En önemli şey, gücün varken hizmet beklememek... Hani
Peygamber Efendimiz’e soruluyor ya:
“–Toplumun efendisi kimdir?” diye… Efendimiz de:
“–O topluma hizmet edendir.” buyuruyor.
Rabbim, cümlemizi hakkıyla hizmet eden efendilerden eylesin.
Siz hayatınıza dönüp baktığınızda, bir şeylerin eksikliğini
hissettiniz mi?
Ben bazen baktığımda geride bir şey var: Ben geri çekilmişim.
Gören gözüm, her şeyim Rabbim olmuş, O’na hizmet ediyor. O’nun için bakıyor,
O’nun rızası için bakıyor.
Bazen geliyorlar ve bana diyorlar ki:
“–Annem alzheimer hastası!.. Aklı silindi tamamen… Bir şey
hatırlamıyor.” diyorlar.
Rabbim, o hastayı zaten bitirmiş. Ama ne yapıyor? O bedenle
başındakileri imtihan ediyor. Başındakiler; hayırla, sevgiyle muâmele etmeli…
Çünkü biz de bebekken konuşamıyorduk, garip sesler çıkarıyorduk. Annemiz bize
nasıl bakıyordu. Ben hâlâ öyle bakılıyorum elhamdülillah!..
O vakitler:
“–Atalım, satalım, bu nasıl olsa bir şey bilmiyor!..”
demediler.
Allah herkese sabır meziyetini vermemiş olabilir. Fakat şunu
hiç unutmasınlar: Hayırlarını sadece Allah rızası için yapsınlar. Allah rızası
olunca herşey kolay!.. Karşındakinin ne yaptığı önemsizdir artık… Fakat
aradığın şey orada… Rıza orada saklı… Sabır da…
İnsan sevmeyi de, kızmayı da öğreniyor. İnşâallâh, bu
öğrendiğimiz duyguların cümlesi Rabbimiz ve Rasûlü için olsun. Sevginin en
güzeli Rabbime ve Rasûlüne olsun, hasretliğin en güzeli onlar için olsun.
Rabbim bizleri fazla gurbette bekletmesin. Bana deseler ki, sana gençlik
vereceğiz, güzellik vereceğiz, zenginlik vereceğiz. Bunlar bana çok anlamsız
geliyor. Derim ki, istemem yaa… Ben O’na tâlibim, beni başkası doyurabilir mi?
Züleyha Hanım, bu tâlib olma makamı nedir? Nasıl tâlib
olunur O’na?
Ahh canım benim, çocuğun var değil mi? Allah rızası için
çocuğundan vazgeçer misin? Allah rızası için eşinden, anandan, babandan,
elinden, ayağından malından, mülkünden vazgeçer misin? Sen bazı şeyleri geriye
atmadan, bir şeye kavuşmanın mümkün olacağını mı sanırsın. Seçim çok önemli!..
“Ben O’nu seçtim!..” diyebilmek. “Rabbim, ben Seni tercih ediyorum.” diyebilmek
önemli!.. Haa çocuğunu sevmeyecek misin? Seveceksin, ama Rabbin emâneti olarak
kabul edeceksin.
“–Rabbim, bu benden önce Sen’indir!..” diyeceksin. “Ben
sadece aracıyım.” diyeceksin.
Hiçbir şey bâkî olmadığına göre, her şey geçici olduğuna
göre, bizim hedefimiz kalıcı olanı tercih etmek olmalıdır. Hani çocuğunuz
sizden bir yemek istese, kalkıp hemen yaparsınız, itiraz etmezsiniz. Onu
seviyorsunuzdur çünkü… İşte Allah, kulundan da bazı şeyler istiyor. Kulun:
“–Ben yapamam!..” dememesi gerekir.
Rabbim benden bir şey isteyince, ölüm bana vız gelir. Ölüm
nedir ki!.. Tek hedefim rızâsı… Onun için duâ ediyorum.
Eskiden câhilce duâlar ederdim. Size bir rüyamı anlatayım.
Okuyanlara da tesiri olur diye düşünüyorum. Rüyamda sözde cennet gezdiriliyor
bana, çeşitli yerleri gördüm. Bir yere getirildim, bir baktım:
Bir adam tarla sürüyor, ona verilen cennetinde; şaşırdım.
(Bu bir misaldir. Gördüğümü söylüyorum. Böyledir demekten Allâh’a sığınıyorum.)
Bir kulübe, birkaç ağaç var etrafında… Ama toprak o kadar güzel ki, adam da
durmadan sürüyor. Diyorum ki, yanımdakilere:
“–Burası cennet, bu adam niye çalışıp duruyor!..”
Yanımdakinin dediği şu:
“–O dünya hayatındayken Rabbinden hep isterdi ki, «Ya Rabbi!
Dünya hayatındayken bana mal vermedin, mülk vermedin, ne olursun ya Rabbi!..
Cennette bana öyle bir toprak ver ki, ben orayı süreyim, dikeyim, orada
yaşayayım.”
Yani o adamcağızın «cennet» kavramı sadece oydu. Buradan ne
çıkıyor biliyor musunuz: Biz kendi aklımızla istemeyelim. Rabbimin lütfu ve
ihsanıyla cennete ve cemâline tâlibiz. O yüzden farkına varmadan, sanki
Rabbimizin çok kısıtlı imkânı varmış gibi burada gördüğümüz evlere kanmayalım.
Burada gördüğümüz yeşilliğe, ağaçlara, denizlere kanmayalım. Buradakiler bize
sadece misal!.. Gölgelere kanmadan, aslını isteyenlerden olalım inşâallâh!
Benim aklım ne kadar? Bildiğim kadar!.. Rabbimin bana nasip
ettiği şey kadar biliyorum ben… Onu da bana Rabbim nasip ediyor. Bana “Kitap mı
okuyorsun?” diyorlar. Âh mümkün olsa da kitap okuyabilsem! Mümkün olsa da bir
şeyler yapsam, etsem… Rabbim, bu imkânları bana nasip etmemiş. Diyor ki bana:
“–Ben sana yeterim!”
Ben de O’na diyorum ki:
“–Ben, Sana kurban olurum!..”
O bana yettiği için, ben de O’na kurban olurum.
(Züleyha Hanım’ın annesi söze giriyor):
“–Bir hocahanım geldi. Züleyha ona öyle sohbetler etti ki,
ben bile şaşırdım. 17 yaşından beri okumuşluğu yok. Onlar da şaşkınlık içinde
kapıdan çıkarken, hocahanım:
«–Teyze kızınız hangi okulu bitirdi, ne okudu?» diye sordu.
Ben de:
«–Okumuşluğu yok!..» dedim, çok şaşırdılar ve:
«–Onun anlattıklarını ben vaazlarımda, kitaptan okuyarak
anlatıyorum. Kızınız ezbere konuşuyor.» dedi. Bazen kendini tutamıyor,
coşuyor.”
Kur’ân-ı Kerîm’de Rahman Sûresi’nde buyruluyor ya, “Rahman
olan Allah, Kur’ân’ı öğretiyor.” İşte Züleyha Hanım da bunun bir misali…
İnşâallah, hep O öğretsin kızım... Biz O’na tâlibiz yavrum!
Her hâlimizle O’nu isteyenlerdeniz. Başka bir isteğimiz yok!.. Kim, ne
istiyorsa, Rabbim onlara hayırlı olanları dünyada da, âhirette de versin. Biz
dünya hayatında da O’na tâlibiz, âhiret hayatında da! O Güzeller Güzeli
Peygamber Efendimiz’in yanında, büyüklerimizle birlikte O’na tâlibiz!..
Bilemiyoruz ya Rabbî, biz, câhil kullardanız, ama Sen bilensin! Ya Rabbî, Sana
yalvarıyorum çekemeyecekleri, “Of!..” deyip de Seni incitecekleri hâlleri
varsa, cümlesini üzerlerinden ve üzerlerimizden al! Bizi rahmetine kavuştur.
Güzeller Güzeli Peygamber Efendimiz’e ve büyüklerimize itaatkâr eyle! İnşâallah
hayırlı ümmet, hayırlı evlat eyle!.. Şurada ben yanlış bir şey söylediysem
kaydedildi sözde, ama Sen onları siliver ya Rabbi! Zararım kimseye dokunmasın.
İnşâallâh hayrımız var ise, Senin rızan olacak şeyler söyledik ise, onları da
duyur! Sadece bizlere değil, ümmet-i Muhammed’e duyur. Allah’ım, bunları Senin
rızan için yaptım. Rızanı da cümlemiz için istiyorum. Âmin, âmin… Hakkınızı
helâl edin yavrum!..
Siz hakkınızı helâl edin. Sizden çok istifade ettik, sizi
çok yorduk. Dualarınızı bizden ve ümmet-i Muhammed’den esirgemeyin. Biz, sizi
çok sevdik. Allah sevdiğini sevdirirmiş, tekrar tekrar teşekkür ederiz.
Tabiî duâ edeceğim sizlere, derginizi okuyan herkese… Zaten
efendi babacığım da herkese duâ etmemi söyledi. Biz de herkese duâ edeceğiz
inşâallâh! Okuyanlar dâhil olmak üzere, herkes hakkını helâl etsin. Biz de hep
şöyle duâ ederiz:
“Bizi, gönlüne girmediği kullarla muhatab etmesin. Ama
rızâsı olup da bizi aracı koyacağı hayırlı kullarla bizi bir arada bulundursun.
Yapacığımız hayırlı işleri yapmaktan hiçbir şey bizi alıkoymasın! Rabbimizin
râzı olacağı şekilde hizmet etmek nasibimiz olsun.”
Sakın, hiç kimse demesin, bu benim için böyledir diye…
“Hayır efendim!.. Allah için doğru ne ise, bizim için doğru odur. Başka
doğrular bizi ilgilendirmez.”
Allâh’ı bilenin ne ağrısı olur, ne şikâyeti... Ne açlığı
olur, ne yokluğu... İçimde tutamayacağım, söyleyeceğim:
“Ülkemize öyle hayırlar ver ki, yâ Rabbi, bazı kafaların
değişmesini nasib et! Müslüman olan insan şikâyet etmez, derdi olsa
haykırmaz!.. Müslümanlığın ilerlemesine bazı kimseleri vesîle eyle... Müslüman
demek, sevgi ve barış dolu insan demek… Rabbini ve Rasûlünü bilen insanlar
olsun. Kimsenin sırtına basarak yükselmek çabasında olmayan, Allah’tan korkarak
kul hakkını savunan, hayırlı insanlar olsun inşâallâh!.. Allâh’ım Sen’den başka
kimimiz var? Şu mübârek günler hürmetine Sana duâ ediyoruz. Eksiğimizi Sen
tamamla!.. Bütün Müslümanlar zarardan kaçsın! Senin rızan nerdeyse ona
koşsunlar! Gönüller Senin elinde Rabbim, bütün ümmete gerçek mânâda îmânı
tattır. Allâh’ım, ben bilemediysem Sen bilensin. Ben istemeyi bilemediysem, Sen
eksiğimizi-gediğimizi tamamla, yâ Rabbi! Bütün kullarına bu günlerde hayırlar
ve güzellikler ver! Yâ Rabbi!.. O güzeller güzeli Efendimizi, makâm-ı Mahmûd’a
ulaştır. O’nun makamına ulaştığını bizlere de göster!.. Yâ Rabbi, o güne
ulaştığımızda, bize şefaat için ortaya çıktığında, O’nun başını öne eğdirecek
hâllerden Sen bizi muhafaza buyur! O’nu orada mahcup eden kullardan olmayalım,
yâ Rabbi!.. Burada sakladığın hâllerimizi orada da açığa vurma!.. Ey Rabbim!
Sana inanıyoruz, Peygamberimizi seviyoruz; Sen’den de rızânı istiyoruz. Âmin.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder